Çarşamba, Kasım 25

"“Bölünme” korkusu yaşayan bir toplumun yöneticileri, sınır ötesi bir düşman için kullanacakları propagandist dili, zaman için barışıp anlaşarak birlikte yaşamaya devam etmeyi umdukları “yurttaşları” için kullanırlar mı? Kullanırlarsa ne olur? İşte, resimde görülen şey olur. En son İzmir’de olan, ama son zamanlarda her gün, her yerde tekrarlanan nefret ve düşmanlık gösterilerinden biri. İzmir ahalisinin bir kısmı, AKP ve “İslâmcı Türkiye” korkularıyla milliyetçilik kampına koşmuştu. Ardından Kürt sorunu ön plana çıkınca, seçtiği kampın dili ve mantığıyla bununla da mücadele ediyor. Ama Kürt göçü burada yoğun olduğu için (geldiklerine kızıp niçin geldiklerini merak etmemek gibi bir “ilerici” ve “çağdaş” tavırla) başka yerlerden önce İzmir’de “Kürt kadınını gündeliğe çağırmayın”, “Kürt manavdan alışveriş etmeyin” kampanyaları başlamıştı...
...Bu durumu genelleştirmek ve bütün toplumun böyle duyup böyle düşündüğünü söylemek doğru değil. Ama devletin insanların beyninin içine nüfuz etmesini kolaylaştıran iki temel kurum var: birincisi eğitim aygıtı, ikincisi de medya. Bunların ikisi de özellikle 12 Eylül’den bu yana uhdelerine tevdi edilen yüce “millî görev”i olduğu gibi kabul ettiler ve canla başla yerine getirmekteler.
Sonuçlar da ortada. Bu olayların aktörleri eğitimsiz “cahil” yığınlar değil. Böyle olmak üzere eğitilenler."

Hiç yorum yok: