Pazartesi, Mart 16

ben güneşi görmüyorum

radikal'in anasayfasında en popüler 10 haber arasında şu haber başlığını gördüm:
Sırrı Sakık güneşi gördü Mahsun Kırmızıgül'e kızdı.
sadece başlığı okuduğumda, TRT 6(Şeş) hakkında yapılan yorumlardan bi farkı olmadığını düşündüm. bazı şeylerin, uygulamaların altında yatan nedenlerin ötesinde iyi taraflarının yok sayılmasının ne kadar yanlış olduğunu, bazı şeylerin konuşulabilir olmasının yine de iyi bir şey olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum(dünüşünüyordum). TRT6, AKP'nin doğu illerinden oy alabilmesi için atılmış bir adımdı evet, kürtlere verilmiş bir sus payıydı, ama yine de yıllarca konuşumadıkları anadilini devletin kanalında duymaları umut vericiydi, böyle düşündüm ya da sanırım sadece böyle düşünmek istedim. kendi anadillerinin ötesinde, gerçek ama en gerçek sorunlara yer vermeyeceğini biliyordum, kürtlerin büyük bir kısmının pkk sempatizanı olmasının nedenleri samimi bir şekilde araştırılamayacağını mesela, biliyordum, bekleyip görmek gerekiyor belki de ama ben istemesem de pesimist olan o taraftanım. çünkü, aynı otoritenin, soyadı Türk, anadili kürtçe olan dtp genel başkanının anadilindeki konuşmasını canlı yayında kesmesi, ajda pekkan'ın kürtçe şarkı söyleyince, ayrımcılığın yapılmadığını gösterircesine ya da sadece göstermek için gözümüze sokulan haberlerin ertesi günü daha önce kürtçe şarkılar çaldığından dolayı mimli radyocunun aynı şarkıyı çalması yüzünden hakkında dava açılması,.. yüzünden. bir kanal ya da üniversitelerde kürt dili üzerine bölümler açarak yıllarca susarak yapılan suç ortaklığının unutulmaması gerekiyor... yukarıda bahsettiğim haberin son paragrafı, zamanında Ahmet Kaya'ya yapılan eleştirilere hak vermiş mahsun'un samimiyeti hakkında kuşku duymama neden oluyor, zamanında ben programımda kürtçe şarkı söyletmem diyerek yanlış hatırlamıyorsam Rojin adlı şarkıcıyı programına çıkartmayan Beyaz, cuma günkü programında filme methiyeler düzerken, kendini nasıl hissediyor, Mahsun'u kendine neden yakın hissediyor, hangimiz gerçekten samimiyiz hangimiz rant peşindeyiz, inanmak istediğimiz şeylerin, gerçeklerin önüne geçmesine izin vermemek gerekiyor ve de Yıldırım Türker'in şu yazısının hep aklımızın bir ucunda olması gerekiyor:
"Theodor W. Adorno, Yahudi soykırımının gelişini adım adım izlemişti. ‘İnsan Auschwitz’den sonra yaşayabilir mi?’, dünyayı açıklama yolunda en önemsediği soru olarak kaldı. Toplama kamplarında yaşananlardan sonra hayatın ‘normal’e dönüşü, kültürün yeniden inşası ona inanılmaz geliyordu. Tiedemann, Adorno’nun olağanüstü yazarlık yeteneğinin,
o dönemi anlatmaya gelince bir işe yaramadığını, Adorno’nun utancının, Auschwitz konusunda şık metinler yazmaya engel olduğunu söylüyor. Bu konuda tekrarlarla üreyen sarsak bir retoriğin tuzağına düştüğünü işaret ediyor. 1950’lerde Adorno, Almanya’da insanlara toplama kamplarında olan biteni hatırlatmanın, geçmişin üstüne bir sünger çekilmesini engelleyici, bezdirici bir kin kışkırtıcılığı olarak görülmesini eleştiriyor. ‘Boş ve soğuk unutuş’tan dem vurarak geçmişin inkârının, kurbanların hatırlanma haklarını da gasp etmek anlamına geldiğini vurguluyor.
Daha sonra Alman ve bütün Batı kültürünün önde gelen ‘leitmotif’lerinden birine dönüşüp budalaca içi boşaltılarak hazır drama kalıbına dönüştürülen soykırım hikâyelerinin bezdirdiği insanlar olarak Adorno’nun o dönem seslendirmiş olduğu itirazı anlamamız belki çok zor olacak."

Hiç yorum yok: